Kapat
..yükleniyor..
Kapat
İşi müzik olanlar, işlerini GaRaJ'da tanıtıp, müzisyene ulaşıyorlar. GaRaJ rehberini inceleyin.

Grup / müzisyen

Filtre

Dil
Tip
 

Nick Cave - Where The Wild Roses Grow (türkçe çeviri) şarkı sözleri

Ekleyen: rockgirl1903
Diğer Nick Cave parçaları
They call me the wild rose ( beni yaban gülü diye çağırırlar )
But my name was elisa day ( fakat benim adım elisa )
Why they call me it i do not know ( bilmem ki neden beni böyle çağırırlar )
For my name was elisa day ( Çünkü benim adım elisa day )

From the first day ı saw her ı knew she was the one ( onu gördüğüm ilk günden beri, biliyordum o aradığım kişiydi )
He stared in my eyes and smiled ( gözlerimin içine baktı ve gülümsedi )
For her lips were the colour of the roses ( dudakları güllerin rengindeydi )
That grew down the river, all bloody and wild ( nehrin aşağısında yetişenlerden, kan renkli ve yabani )

When he knocked on my door and entered the room (kapımı çalıp , odaya girdiğinde )
My trembling subsided in his sure embrace ( ürpertim onun kat'i kucaklamasıyla yatıştı )
He would be my first man, and with a careful hand ( ilk aşkım olabilirdi, ve nazik elleri )
He wiped at the tears that ran down my face ( yüzümden kayan gözyaşlarını sildi )

On the second day i brought her a flower ( ikinci gün ona bir çiçek götürdüm )
She was more beautiful than any woman i'd seen ( tüm kadınlardan daha güzeldi o, şu ana kadar gördüğüm )
I said, 'do you know where the wild roses grow ( dedim ki : "biliyor musun yaban güllerinin yetiştiği yeri'' )
so sweet and scarlet and free ?' ( o kadar tatlı ve al ve özgür ki )

On the second day he came with a single red rose ( ikinci gün tek bir kırmızı gülle geldi )
Said: 'will you give me your loss and your sorrow' ( dedi ki: 'bahşeder misin bana kaybını ve kederini' ? )
I nodded my head, as i lay on the bed ( başımla onayladım , yatağa uzanırken )
He said, ' if i show you the roses, will you follow ?' ( dedi ki : ' beni takip eder misin, sana gülleri gösterirsem ' ? )

On the third day he took me to the river ( üçüncü gün beni nehre götürdü )
He showed me the roses and we kissed ( bana gülleri gösterdi ve öpüştük )
And the last thing i heard was a muttered word ( duyduğum son şey fısıltılı bir sözdü )
As he knelt (stood smiling) above me with a rock in his fist ( yumruğundaki bir kayayla, önümde diz çökülüydü (gülümseyerek durdu)

On the last day i took her where the wild roses grow on ( o gün onu yaban güllerinin yetiştiği yere götürdüm )
And she lay on the bank, the wind light as a thief ( ve banka uzandığında rüzgar bir hırsız gibi konmuştu )
And i kissed her goodbye, said , 'all beauty must die ' ( ve elveda öpücüğü verdim, dedim ki: 'bütün güzellikler ölmeli ' )
And lent down and planted a rose between her teeth ( ve eğildim ve dişlerinin arasına bir gül yerleştirdim )