"Biz"im için bile gayet sıradan olan "James" ismi bundan 10 sene önce, daha önceden kesinlikle tahmin edemeyeceğim">
Kapat
..yükleniyor..
Kapat
İşi müzik olanlar, işlerini GaRaJ'da tanıtıp, müzisyene ulaşıyorlar. GaRaJ rehberini inceleyin.
Müzik Haberler

Bu Da Benim James Hikayem

12 Ekim 2007 00:00


On Sene Önce...

"Biz"im için bile gayet sıradan olan "James" ismi bundan 10 sene önce, daha önceden kesinlikle tahmin edemeyeceğim bir renk kattı hayatıma. O zaman ne internet kullanırdık ne download yapardık. Bulunduğumuz şehirdeki müzik marketlerin ya da radyoların kapasitesine bağlıydı dinleyeceğimiz müzik. Radyodan kaydetmek diye bir şey vardı mesela. Eğer ki şanslıysanız, istediğiniz albümü sipariş verebilirdiniz ve en iyi ihtimalle bu albüme kavuşmanız bir ayı bulurdu. Ne kadar tuhaf değil mi? Şimdi sadece birkaç dakikayı buluyor albüme ulaşmamız! Hatta indirmekte problem yaşarsak sinirleniyoruz bile!!

O dönemlerin en bulunası albümlerinden biri olan Radiohead-OK Computer bile yoktu benim yaşadığım yerdeki müzik markette. Halbuki OK Computer ortalığı yıkmaktaydı o sıralarda. Ben de gidip gelip diğer albümleri incelerdim. INXS-Elegantly Wasted, Depeche Mode-Ultra, U2-POP, Cake-Fashion Nugget, Massive Attack-Mezzanine, Bluetones-Expecting To Fly, Primal Scream-Vanishing Point vs... Bunlar o dönemde hayatıma giren albümler. Hala dinlerim bu albümleri. 1997 senesinin albümleri benim müzik zevkim üzerine ciddi etkisi olan albümlerdir. OK Computer ve Mezzanine'in benim için çok önemli olduğunu sanmakla beraber şu anda görüyorum ki benim için aslında en önemli olan Whiplash imiş.

Bir film (Things To Do In Denver, When You're Dead), onun akabinde izlenen ve yukarıdakilerin hepsiyle alakalı olan ama hiçbirine ait olmayan bir klip, bir gazete küpürü ve sonunda da James'in Whiplash albümü. Hiç bir şarkısı bilinmeden alınan bir albüm. Sonrasında solistin (!) sesine aşık oluş ve çok şiddetli gelen "eskilerde ne olmuş acaba?" sorusuna cevap arama isteği ve en son kendini Stutter'da bulma. Bunun daha sonrası da var onu da anlatacağım, sabırlı olun, beklediğinize değecek.

Bakalım Neler Olmuş?

Laid (1993), Seven (1992), Gold Mother (1990), One Man Clapping (1989), Strip-Mine (1988), Stutter (1986) diye incelerken James'in sanki 21 senelik bir geçmişi var gibi görünüyor. Ancak asıl kuruluş tarihleri 1982. Bateride Gavan Whelan, bas gitarda Jim Glennie, gitarda Paul Gilbertson var. O sıralarda drama okuyan Tim Booth'a da diyorlar ki gel sen bizim vokalimiz ol. Tim Booth da olur diyor ve ileride dünya üzerindeki en güzel grup olacak James'in temelleri atılmış oluyor. Daha sonra Happy Mondays'in ve David Bowie'nin de ön grubu olacak olan James ilk olarak The Smiths ile turnelere çıkıyor, Morrissey'den tam destek alarak başlıyorlar. Morrissey'in geçen seneki İstanbul konserine gelmiş olanlar hatırlayacaktır, Mor Ve Ötesi sahneden indikten sonra, Moz sahneye çıkmadan hemen önce ilk çalan şarkı James'in Born Of Frustration şarkısıydı. Moz daha sahneye çıkmadan beni mest etmişti.

İlk albümlerinde folk havaları ihtiva eden James'in indie listelerinde üst sıralarda yer alması One One Clapping albümleri ile oldu. Daha sonra altın değerindeki isimlerle tanıştılar. Zaten 1985'te Larry Gott gruba dahil olmuştu, bunu üstüne 1990'da bateriye David Baynton-Powell, kemana Saul Davies, trompete Andy Diagram, klavyeye de Mark Hunter geçince artık James'i kimse zaptedemeyecekti. Bu önüne geçilmezliği Goldmother albümü ile de desteklediler. "How Was It For You", "Come Home" ve "Lose Control" gibi muhteşem hit'ler çıkardılar. Bilen bilir, "Government Walls' ve "God Only Knows' da bu albümdedir. Bu arada bir de "Sit Down' yeniden kaydedilerek piyasaya sürülmüştür ve artık James'in bir marşı vardır. Marşımızın 30 Haziran 2007 İstanbul Radar Live versiyonunu bu linkten izleyebilirsiniz.

James için dönüm noktalarından biri de 1993'te muhteşem müzik adamı Brian Eno ile olan birlikteliklerinden ortaya çıkan Laid albümüdür. Albümlerin arka planlarıyla da ilgilenenler Brian Eno ismini görünce zaten hemen gülümsemeye başladılar, eminim. Hazır Brian Eno'yu bulmuşken bir de Wah Wah (1994) albümünü kaydettiler. Bu albüm hali hazırda var olan James şarkılarının deneysel hallerini içeriyordu.

Tim Booth'un bir hayali vardı. Julee Cruise ile birlikte Floating Into The Night albümünü kaydeden, aynı zamanda Twin Peaks'in soundtrack'inin de sahibi olan Angelo Badalementi ile çalışmak istiyordu. "O'na göre bu albüm duygusal, ruhani ve tehlikeli idi. Tim Booth tamamen farklı bir şeyler yapmak istiyordu. Hatta bunu bir televizyon programında da dile getirmişti. Ancak bu James'in dağılacağı anlamına gelmiyordu.

Uzun süre Tim Booth ve Angelo Badalamenti bir araya gelemediler. Tim Booth'un ısrarları sonuç verdi ve o muhteşem karışım ortaya çıktı; Tim Booth, Angelo Badalamenti, Bernard Butler, Brian Eno ve Nigel Godrich (en çok hangi isme gülümsediğinizi seçebildiniz mi?) 1996 yılında Booth & The Bad Angel albümünü yayınladılar. Tim Booth ve Angelo Badalamenti düet bile yaptılar bu albümde.

Karışık Zamanlar ve Duygular

1997 yılında James, tanışmamıza vesile olan Whiplash albümünü yayınladı. 1998'de bir de The Best Of James çıkardılar. Bu albümdeki şarkıları neyi temel alarak seçtiler bilmiyorum, bayağı bir zor olmuş olsa gerek. Zaten albümün kartonetinde de Tim Booth şunu demektedir: "it's not the best of... but it's fucking good..."

Ardından Millionaires (1999) ve Pleased To Meet You (2001) yayınlandı. Pleased To Meet You albümünün kapağı "James de kim?" sorusuna bir cevap teşkil edecek şekilde tasarlanmıştı. Grup elemanlarının fotoğrafları harmanlanmış ve ortaya James'in nasıl bir şeye benzediği çıkarılmıştı. Bu fotoğrafı aslında 4 sene geç hazırladılar. Zamanında James'in albümlerini ararken "hayır, James Brown değil, sadece James" ya da " hayır, James Hetfield değil, sadece James" demekten dilimde tüy bitmişti. O zaman elimde o fotoğrafla gezmem gerekiyormuş. "Bu James'i arıyorum!"

James hayranlarının bakmaya bile kıyamadığı bir de konser DVD'leri vardır. Bu konser 7 Aralık 2001'e aittir ve "Getting Away With It" adı altında yayınlanmıştır. Konser "Say Something" ile başlar. "Good evening home-town, good evening our roots" diye seslenir Tim Booth Manchester'lı dinleyicilerine. Bu bir veda konseridir, çünkü Pleased To Meet You albümü yayınlandıktan kısa bir süre sonra Tim Booth, kendi projelerini hayata geçirmek üzere James'ten ayrıldığını açıklamıştır. İnsanların düşüncelerine, fikirlerine saygı duymak gerekir, bunu biliyorum ancak bazı noktalarda soğukkanlı olmak çok zor oluyor. "Evet Tim, haklısın, senin de kendi başına yapmak istediğin işler olabilir" denilemiyor. Hala bu ayrılma haberini duyduğum anı çok iyi hatırlıyorum. Ben hiç James konserinde bulunamayacak mıydım? Bugüne kadar kaydedilmiş görüntülerle ve seslerle mi yetinmek zorundaydım?

Sonra bir gün, ki bu bir gün 18 Ekim 2004'e tekabül eder (bk. GRJ'daki haberi), 14 Kasım 2004'te Tim Booth'un İstanbul'da konser vereceği haberini aldık. Tim Booth! İstanbul! Konser! 14 Kasım! İyi de 14 Kasım benim doğumgünüm! Bu kadar da rastlantı olamazdı! James'i izleyemeyeceğiz, iyi bari Tim Booth'u izleyeceğiz derken, heyecanımız kursağımızda kaldı çünkü konser gerçekleşmedi.

Daha da Karışık Zamanlar ve Duygular

Taa ki 2007'ye kadar, dağılmış olan James'in albümleri ve Tim Booth'un solo albümü Bone ile hayatımıza devam ettik. Sonra bir baktık ki maillerimize www.wearejames.com'dan güzel güzel haberler geliyor. James tekrar toplanmış, yeniden çalışmalara başlamış, hatta bir de turneye çıkacakmış! O turne kapsamında Türkiye de varmış!!! Haberi aldığım gün 10 Nisan'dı ve en aşağı yarım saat boyunca sadece kahkaha attım. Bir önceki sene Morrissey gelmişti, ondan önceki sene de The Tears projeleri ile, yine sadece hayal olabilecek bir şeyi, Brett Anderson ve Bernard Butler'ı aynı sahnede izlemiştik. Herkes gelebilirdi Türkiye'ye. Ama sanıyorduk ki James'in gelmesi sadece bir hayal olabilirdi ve sadece hayal olarak kalabilirdi. Fena halde yanılıyormuşuz. James yeniden biraraya gelmiş, Chameleon (çok utanmaz bir şarkı bu, Tim Booth'un boğazına kaçıyor, ama Tim Booth onu muhteşem bir şekilde geri çıkarıyor) ve Who Are You diye iki de yeni muhteşem şarkı hazırlamış, bunları Fresh As A Daisy adı altındaki bir The Singles derlemesine dahil etmişti, turne kapsamında da İstanbul'a geliyordu.

30 Haziran'a kadar olan günler geçmek bilmedi. İşin daha da kötüsü kalp buna nasıl dayanacaktı? Zincirleme bir reaksiyon sonucu hayatıma giren ve gün geçtikçe sadece hayatıma girmekle kalmayıp, hücrelerimin seçici geçirgen zarlarından içeri sızıp DNA'mın içinde bulunduğu nükleusun, neredeyse hiç bir şey geçirmemek üzere tasarlanmış zarından genetik materyalime de giren (o kadar ki ileride çocuğum olursa hiç dinlemeden, doğuştan James-sever olacağını düşünüyorum artık) James'i sahnede izlemeye dayanabilecek miydim? Ya sahneye çıkmalarına ramak kalan, ıstıraplı, birkaç dakikalık olan ama çok uzun gelecek o son süreçte ne halt edecektim?

Düşündüklerimin hiçbiri olmadı. Çok daha ciddi bir şok yedim çünkü konser öncesinde.

Konser Öncesi

Festivallerde bir sahneden diğerine yürümek genelde sıkıcıdır, insan yorulur, hava sıcaktır, aradaki mesafe genelde fazladır falan filan ama ben hayatımın en heyecanlı dakikalarını iki sahne arasında gelip giderken yaşadım.

Dandadadan'ı izlemiştik ve Radar Live'ın festival alanında ana sahneye doğru yürüyorduk. Tam karşımızdan Tim Booth'un geldiğini gördüm. Kafasını çevirmiş bir yandan yanındakiyle konuşuyor bir yandan da yürüyordu. Öyle bir anda, kesin emin olmak için başka bir şeye daha ihtiyacınız oluyor. İhtiyacım, konuştuğu kişi olan Jim Glennie tarafından karşılandı. O an tek yapabileceğim şeyi yaptım ve tam hizasında durdum. Önüme gelince Tim Booth da durdu ve bana baktı. İlk ne dediğimi hatırlamıyorum, gözlerime inanamıyorum gibi birşeyler demiş olmalıyım. Ben ancak fotoğraf çektirme aşamasından sonra biraz kafamı toplayabildim. Biraz sohbet ettik. Ayrılırken dediği şeyi hayatım boyunca unutmayacağım. Konserde Goldmother çalacaklarını ve sahneye seyirci almak istediklerini, bizim sahneye çıkmak isteyip istemeyeceğimizi sordu, tabii ki isteriz dedik, ama dans edeceksiniz dedi, tabii ki ederiz dedik. Sahnedeyken gözlerimiz sizi arayacak dedi. Gözlerimiz sizi arayacak!!!!! (Aradı ve buldu da!!!)

Görüşürüz dedik ve ayrıldık. Bir süre yerlerde süründüm, sonra ayağa kalktım, ve Tim Booth ve Jim Glennie'nin alt yoldan sahile indiklerini gördük. Hemen takıldık peşlerine ve biraz da sahilde sohbet ettik. Tim Booth nereli olduğumu sordu, ben İzmir deyince gülümsedi, İzmir'i çok sevdiğini, defalarca Türkiye'ye geldiğini ve Türkiye'de kendini evindeymiş gibi hissettiğini söyledi. Sahildeki yürüyüşlerine devam etmek üzere ayrıldıklarından birkaç dakika sonra sahile inen merdivenlerde David Baynton-Powell ve Larry Gott'ı gördük. David Baynton-Powell da defalarca Türkiye'ye gelmiş. İlk gelişi 1991 yılında olmuş. Hatta annesi de gelmiş ve Türkiye'de kalmış, şu anda Fethiye'de yaşıyormuş! Etrafınıza bakınırken dikkatli olun, bu adamlar buralarda çok geziyorlar.

Festivalin James konserine kadar olan kısmında başka ne oldu açıkçası pek bilmiyorum. Sarhoş gibi gezdim ortalıkta. Bir ara The Rapture'ın solistini filan da gördük galiba, arkadaşlar resim çektiriyordu kendisiyle.

Ve Sonunda Konser Zamanı

Konser saati geldi çattı. Sahne önünde yerlerimizi aldık ama tabii sorun apaçık ortadaydı. Bırakın seyircilerin sahneye çıkabileceği bir yer olmasını, Tim Booth'un yanımıza yaklaşabileceği bir uzantı, çıkıntı, ıvır-zıvır hiçbir şey yoktu. Tamam, belki sahneye seyirci çıkarmak isteyeceğini düşünememiş olabilirsiniz ama Tim Booth konserler sırasında seyirciler arasında gezmeyi sever, bunu da mı düşünmediniz? James'le aynı sahnede olma şansımızı da böylece kaybetmiş olduk.

Konser öncesinde sahne önünde diğer James hayranları ile tahminlerde bulunuyorduk, kimi Come Home'la başlayacak konsere dedi, kimi She's A Star dedi. Ama Say Something ile başlayacağını bilen ben oldum, başım göğe erdi. Müneccimliğinden bilmedim tabii, sadece Getting Away With It DVD'sini kendime referans aldım, o kadar :D Sahne önündeki James hayranlarının üstlerinde kendilerince hazırlayıp bastırdıkları tişörtler vardı. Çiçekler, böcekler, grubun fotoğrafları vs... hepsi çok güzeldi, etrafıma baktım baktım mutlu oldum. Ama beni en anlamlı gülümseten Suitcase'in Deniz'i oldu. Neden mi? Konser alanında üzerinde orjinal James tişörtü gördüğüm tek kişi Deniz'di de ondan.

Konser şiir gibiydi. James, Laid kadrosuyla karşımızdaydı. Bir efsane duruyordu sahnede. Konser öncesinde karşılaşamadığıma çok üzüldüğüm Saul Davies yine harikalar yarattı. Tim Booth bol bol dans etti, bol bol gülücük dağıttı. Hatta Türkçe bile konuştu. Yukarıda verdiğim Sit Down linkinde, şarkının sonunda "sağol" dediği duyabilirsiniz (ve evet bu kayıtta Tim Booth seyircilerin yanında, tüm engellere rağmen yine de geldi hayranlarının yanına). Herkes bütün şarkılara eşlik ediyordu. Out To Get You'un sonlarına doğru kendimizden geçtik, benzer bir durumu Play Dead çalarken de yaşadık zira duyduklarımız ve sahne üzerinde gördüklerimiz o muhteşem mavi ışıkla da birleşince ilahi bir şeye dönüşüyordu.

İki adet yeni şarkıyla da tanıştık. İlkinin adı Upside idi. İkincisi ise çok yeniydi sanırım çünkü Tim Booth şarkıyı söylerken sözlerini elindeki kağıttan okudu (şarkının ismi Hon Joe olsa gerek, playlistin yazılı kağıdın fotoğrafını çektik ama insan Goldmother'ı Goldmum, Waltzing Along'u Waltz olarak görünce pek emin olamıyor şarkı isimlerinden haliyle).

Konser bittikten sonra bir de bis yaptılar ve She's A Star'ı çaldılar, tabii yine hep birlikte söyledik. Fotoğrafta da göreceğiniz üzere, listenin en altında She's A Star'dan sonra Goldmother görülüyor!!! O orada görüldükçe benim içim acıyor!!!

Konser Sonrası

Az sonra "yok artık daha neler!" diyeceğinizi duyar gibiyim ama, konserden sonra da karşılaştık Tim Booth'la :D Ve işin en güzel tarafı tanıdı da :D Denizin çok dalgalı olduğunu söylüyordu gülümseyerek ve eliyle de dalga hareketi yapıyordu. Bu sefer artık adamın kafasını şişirmeyelim diye lafı çok uzatmak istemedik, çok güzel bir konserdi teşekkür ederiz dedik ve "görüşürüz" deyip ayrıldık :)

(Görüşeceğiz Tim.)

Umarım benzer bir tecrübeyi hepiniz yaşarsınız. Bir daha hiçbir kimse için bu kadar heyecan duyacağımı düşünmüyorum. Ben onların yanında heyecandan ölüp biterken, onlar o kadar alçakgönüllüydüler ki bir daha hiç kimsenin benim bu kadar heyecanlanmamı hakedeceğini de düşünmüyorum.

Yazımı Morrissey'in sözleriyle bitireyim:

"James dünyanın en iyi grubudur"

Yorumlar

Taze haberler