Kapat
..yükleniyor..
Kapat
İşi müzik olanlar, işlerini GaRaJ'da tanıtıp, müzisyene ulaşıyorlar. GaRaJ rehberini inceleyin.
Müzik Haberler

Massive Attack'dan Yeni Albüm Heligoland

9 Şubat 2010 00:00
Robert Del Naja ve Grant Marshall ile Massive Attack'ın yeni albümü Heligo Land üzerine bir söyleşi..

...Sanırım her albümde enerjinin mayalanmaya başladığını hissettiğiniz bir noktaya gelir ve sizde o enerjinin size kazandırdığı ivme ile hareket etmeye başlarsınız...

Heligoland Ne Zaman Yapıldı?





Yeni albüm Heligoland ne zaman yapıldı?


Robert: Aslında birinci albümümüze başladığımızdan beşinci stüdyo albümüzü yapıyormuş gibiyiz. Kaçınılmaz bir rota ve yörünge oldu. Ama ne zaman biteceği muhtemelen kimsenin yantlayamayacağı bir sorudur. Bu albümün neredeyse bitmiş farklı varyasyonları yaklaşık son 4 yıl boyunca vardı ve başka projelerin arasında tam anlamıyla somutlaşamadı. Bir albüm olduğunu hissetmeye başlamamız sanırım bu Nisan ya da Mayıs gibi gerçekleşti; belki de Mart gibi. Bir araya gelen parçaların iyi bir albüm olacağını ya da ortaya koymak isteyeceğimiz bir şeyler olduklarını hissetmeye başladık, bilirsiniz işte.


Bence internet insanlarla olan iletişiminizde daha arsız olabileceğiniz bir ortam sağlıyor -bir bar sohbeti esnasında ya da basınla konuşurken daha ağzısıkı davranabileceğiniz bir konunda “evet, gaza geldik, bunu hissediyoruz, hadi yeni albüm çıkartalım- yeni albüm bu senenin sonunda çıkabilir gibi” şeyler söyleyebiliyorsunuz. Ciddi bir şekilde yaptığınız cesurca açıklamalar olabilir bunlar, ama gerçekte pek ihtimalleri yoktur. Ama olmayacak şeyleri duyurmaya sürekli devam ediyor olacağız. Kariyerimiz garip stratejiler ve de kötü zamanlamalarla dolu.
Bu garip bir durum- bu albüm olarak tarif edilebilecek farklı varyasyonlar oldu ve hatta sırf isimleri aynı olduğu için, eski biçimleriyle aynı dosyayı paylaşan parçalar oldu; parçanın müziği, vokalleri vs. neredeyse tamamen değiştiği halde. Ama bu ortak bir alışkanlığımız.

Sanırım her albümde enerjinin mayalanmaya başladığını hissettiğiniz bir noktaya gelir ve sizde o enerjinin size kazandırdığı ivme ile hareket etmeye başlarsınız. Kasımda Damon Albarn’ın stüdyosuna ve de daha sonra New York’ta Tim Goldsworthy’I görmeye gittiğimiz zaman ve de bu iki dönemde yaptığımız işler, Bristol’de aklımızı başımıza almamızla birleşince “işte bu bir albüm” diye hissetmeye başladık. Martina Bristol’a gelince, bu çok uzun zamadır planladığımız birşeydi. Bütün o insanların ve enerjinin kombinasyonları gerçekmiş hissini uyandırmaya başladı.


Bu yeni albümde birlikte çalışmak nasıldı?

Grant:Bu belki de parçaları başlatma ve de bir parçanın gerçekleşmesini sağlama durumuydu, ve başkalarının katkılarına ihtiyaç duyduğumuzda- ister vokal anlamında olsun ister fikirler- soruyoruz. Yani bu albümü yapma şeklimiz şuydu: Kasımda başladık ve beraber çalıştık, ama aslında aynı stüdyoda birlikte çalışmamız söz konusuydu. Yani ne olup bittiği konusunda ruhsal bir farkındalık vardı ama bu fiziksel bir farkındalık olduğu anlamına gelmiyordu çünkü parçalara her birimiz tarafından başlandı ve belki de bitirildi. Ancak asıl atmosfer harika- inişlerimiz çıkışlarımız oldu ama dostça bir süreçti.

Robert:Farklı şekillerde çalışıyoruz, değil mi? Tarih olarak Blue Lines’a kadar gider- farklılığın doruklarındaydık - çünkü ilk albümümüzdü - Cameron McVey’nin evindeki stüdyodaydık ve maalesef bu sene aramızdan ayrılan Johnny Dollar’la birbirimize girmiştik. Bu bizim bir arada bulunabilmemize ve de çok yeni bir şekilde koordine olabilmemize yardımcı oldu çünkü o albüm daha çok spekülatif bir demo sayılırdı. Ama o dönemden itibaren kendi yollarımızı bulduğumuzu düşünüyorum. Tarihsel olarak, G’nin olaylara bakış açısı daha bir DJ kökenli ve bazen o anlamda bayağı bir mesafeli çünkü saatler ve dakikalar boyunca benim veya Mush’ın (Mushroom eski grup üyesi) ya da Neil’in (Davidge, yardımcı prodüktör) stüdyoda durduğu gibi durmayacaktı. Biz haftalar boyunca orada otururken, G fikirlerle gelir, fikir alışverişinde bulunur ve sonra tekrar giderdi, Ve de onun da bize getirdiği şarkılar için de biz de aynısını yapar ve o parçaların evrimleşmesine yardımcı olurduk. Ama bu albümün ilginç tarafı, özellikle son iki albümün aksine, albümün havasını ve doğasını ya da stüdyodaki ilişkileri yeniden tanımlayan merkezi bir fikir uyumsuzluğunun olmaması.


Bu albümün ruh hali nasıl?


Robert: Daha canlı. Bu cümleyi söylemekten biraz usandım -son haftalarda biraz fazla kullandık- bu albüm daha ortak. Daha fazla kişi ve kişilikler dahil oldu. Bu stüdyoya, ya da bu albüm sırasında, çalıştığımız stüdyolara daha fazla enerji getirdi. Sanırım mekanın Bristol’den New York ve Londra’ya doğru değişmesi de farklı bir hava verdi. 100th Window fazlasıyla bir Bristol albümüydü ve tek stüdyodaydı- ve herkes (Sinead, Horace,…) oraya geldi- farklı bi deneyimdi.
Her parça tarihte bir andır. Bir sürü yedek parçayla oturup bir albümün stratejisini oluşturup, nasıl bitireceğinizi planlamazsınız. Her seferinde tek parça üzerine yoğunlaşırsınız ve de onun üzerinde nasıl çalıştığınız kimle işbirliği yaptığınıza ya da onunla ilgili hislerinize bağlıdır. Bir sene boyunca rafa kaldırılıp sonradan tekrar ele alınabilir. Gerçekten hiç merkezi bir strateji yoktur ve bu prodüksüyon safhasında dahil olur - bitirmek üzereyken, ortada bir albüm olduğunu hissederken- nasıl yaklaştığınız. 100th Window, anti-Mezzanine’e karşı olan güçlü bir tepkiydi çünkü bana göre o albüm hala sıçrayışlar, büyük bas çizgileri ve de ağır ritimler üzerineydi. 100th Window karmaşıklıklar üzerineydi ve de o dünyada yaratılan herşey mekanizmalar ve bilgisayarlar tarafından oluşturulması bakımından muhtmelen yaptığımız en Pro Tools tarzı albümdü. Bu albümün (prodüksüyon bakımından) soundu ondan daha uzak, herşeyi basitleştirme ve çıplaklaştırma üzerineydi; enstürmanları daha bariz kılma üzerine. Yani, baterileri kaydederken, eğer New York’ta kayda alındılarsa çok kuru ve basitlerdi. Eğer elektronikse, çok elektronikler. Parçalar ve parçalar arasındaki anlar fazlasıyla barizleştirildi. 100th Window daha bir el tasarımı yapmak gibiydi; muhtemelen birbirine karışan bir sürü katman vardı ve siz de neyin ne olduğundan emin olamıyordunuz. Bu albümün arkasındaki fikir herşeyi olduğu gibi bariz ve ani kılmaktı. Böylece ister analog ister elektrik klavye olsun, aralarındaki sesleri ve farkları tanıyabiliyorsunuz.

Kendinizi Tekrarlamak Ve Bitirilmesi Zor Parçalar

Albüm yaparken kendinizi tekrarlamaktan nasıl kaçınıyorsunuz?


Robert: Bir parça daha önce yaptığımız birşeye biraz benzesin, buna karşı savaşıp başka yerlere çekmeye çalışırız. Bir çok parça o süreci geçemediğinden kaybolur ya da geride bırakılır. Ama yeni bir albüm yapma merakının altında yatan daha önce yaptığımız birşeyi yapmak istememenizdir; farklı bir yere götürmek istersiniz çünkü yaptığınız şeyde kendinize güvenmenin tek yolu budur. Bizim için herşeyi hep ilginç kılmış olan, fikir çatışmaları ve de grup içinde oluşturulan merkezi uyuşmazlıklardır. Blue Lines ve Mezzanine arasındaki farklılık oldukça aşırıdır ama bu da olayı ilginç kılar. O yerlere gelmek sürecin bütünün bir parçasıdır ve de bu farklı kişiliklerin farklı müzikal kimlikleri olduğu için kavga çıkacağı anlamına geliyorsa, kavga edersiniz. Ama bu da zaten gruba özgüdür.


Kasım’da Damon’ın stüdyosuna gittiğimizde ne yapmak istediğimiz ve nasıl bitirmek istediğimiz konusunda ortak bir fikrimiz vardı. Bu parçaların her anında nasıl olacaklarında hem fikirdik anlamına gelmiyor – ama bu albümü bitirmek istediğimiz ve de sürecin keyfine varmak istediğimiz anlamına geliyor. Damon’ın stüdyosuna gitmek iyi müzik yapmaya çalışmak demek olduğu kadar ortam ve enerji değişimi anlamına da geliyordu. Ve yine Tim Goldsworthy’i New York’ta görmeye gitmek farklı bir enerji, bizim çalıştığımız baterilere farklı bir şekilde bakış anlamına geliyordu. Martina da stüdyoya yeni bir enerji getirdi ki, bu çok hoştu. Sanırım özellikle de onu o kadar o uzun süredir tanıdıktan sonra çalışmak iyi de olmayabilirdi…Bazen arkadaşlar ya da meslektaşlarla çalışmak felaket olabiliyor. Neyse ki bu çok eğlenceli oldu.



Neden Heligoland ismi?

Robert: Albüm bir çok kişiliklerle ilgiliydi ve de bu yüzden sadece bir kalıp/nesne ya da kelime olmasındansa ismi bir yer olarak temsil edilmesi daha hoş geliyor. Herkesin bir arada yaşayabildiği ya da yaşayamadığı bir yeri tarif etmek bize daha doğru geldi. Bu havalı bir deyimden daha ilginç oldu.
Dürüst olmak gerekirse, adanın tarihi fikrine odaklandıktan ya da kelimeye aşık olduktan daha sonra barizleşti. Kelime kulağa birçok diğer kelimenin anagramıymış gibi geliyor ki, onu bu kadar hoş bir kelime yapan da bu zaten. Ama yerin tarihi de oldukça merak uyandırıcı ve de eski yazımlarda Heligoland’in Holy Land (Kutsal Toprak) anlamına gelmesi de oldukça şairane. Bence tarihi, quantum fiziği, Britanya ordusu, adanın işgali, Big Bang bombasının patlatılması, en büyük ikincil patlama…60’ların ütopik cennet kavramı…Çok fazla tarihçesi var aslında!


Albümde bitirilmesi zor olan parçalar var mıydı?

Robert: Her zaman zor parçalar vardır. Bence Atlas Air epik düzeyde zorlu bir parçaydı; 5 ayrı versiyonu vardı. Nedense hiç bitirelememişti ve farklı akor yapısı, farklı sözleri ve farklı vocal performansı olan tamamiyle farklı bir parçaya dönüştü. Ne zaman ondan bahsetsem, G’den ya da diğerlerinden ortak olarak “asla bitmeyecek o” gibilerinden tepkiler alırdım. Sonunda bitirmeye yakın halloldu. Ama albümün bütününe bakarsak, bir çok parça fırsatları ve de içlerindeki olanakları keşfetmekle ilgiliydi. The Tunde parçasının orijinalini New York’a götürdüğümüzde tamamen farklı bir şarkıydı. Daha sonra New York’a geri dönmeden iki sene kadar rafta kaldı. Daha sonra parçayı bitirdik, aranjmanını yaptık, kestik ve orta bölümü değiştirdik. O parça ve bir de sanırım Paradise Circus, Saturday Come Slow diğer yepyeni şarkılara gore bir kaç yıl daha önce ortaya çıkmış şarkılar ki bu şarkılara Splitting the Atom ve Psyche and Babel’ı da ekleyebiliriz. Örneğin, Flat of The Blade’i Damon’un stüdyosuna götürmek ve de basları tamamen değiştirmek parçayı ilk düşğündüğümüz halinden oldukça farklılaştırdı.Ve aslında Guy (Garvey) stüdyoya geldiğinde direk olarak sadece birkaç bateri soundundan oluşan şarkıya dalıp blues klise müziği tadında bir vocal eklemesi oldukça garipti. Belki de dışardan bir bakış açısıyla Guy’dan- belki de Elbow’dan bekleyeceğiniz cinsten- farklıydı ve çok güzel ve hisli birşeyler beklenirdi. Ama onun yaklaşımı bundan tamamen farklıydı ki durumu ilgi çekici yapan da buydu. Sanırım devreye giren herkes beklenenden farklı şeylere imza attı ve biz de o kişileri beklenilenlerden farklı yönlere doğru kaydırmaya çalıştık.Böylece ortaya beklenmedik şeyler çıktı. Geçmişteki Tracey Thorn ya da Elizabeth (Fraser) olsun, onlar ya da bizim tarafımızdan yapılmamış şeyler denedik.Bu albümde insanların otomatik olarak direk farklı şarkılara nerdeyse mıknatısla çekiliyormuşçasına yönelmeleri gerçekten garipti.


Damon Albarn ile çalışmak…

Robert:Damon’ın stüdyosuna gitmemiz, daha önceden de albümümüzü sene sonuna kadar rafa kaldırcağımızı bildirdiğimiz insanları ikna etmemizde etkin olan bir karar oldu. Rafa kaldırma fikri tahmin edebileceğiniz gibi bir kaç hafta süren sağır edebilecek bir sessizlikle karşılandı ve de daha sonra da “Evet ama Damon’ın stüdyosuna gidiyoruz” dememiz de büyük bir tezürrühata sebep oldu.

Grant: Plak şirketinden bahsediyoruz değil mi?

Robert: Haha, evet ve de yönetimden- ve de daha önce canlı olarak dinleyip Meltdown sonrasında yazın tadını çıkardıkları albümü neden rafa kaldırdığımızı anlayamayan herkesten. Damon 2 senelik bir Bristol girdabına sürüklenmeyeceğini söyledikten ve de iki hafta boyunca her gün 10.00-18.00 arasında çalışacağımızı belirttikten sonra bizimle çalışmaya karar verdi. Tabii oraya gittiğimizde herşey değişti, girdabın haricinde..


Grant: Aslında harika bir dürtüydü, çünkü D’nin de dediği gibi, geri geldik ve albüm olarak görülen ve rafa kaldırdığımız birşey üzerinde nasıl çalışacağımız ve nerden başlayacağımız konusunda- Heligoland’in başlangıcı- biraz kaybolmuştuk. Damon’a stüdyosuna gelip gelemeyeceğimizi sorduk ve o da kabul etti ki bu harika bir başlama noktası, sıçrama tahtası oldu. Damon tam bir dahidir ve onunla seanslara başladıktan sonra geri dönüş yoktu. O kadar verimli bir süreçti ki, süreci ya da hızımızı yavaşlatmak çok anlamsız olurdu. Tabii bir de Damon’ın arka plandaki “ee, benim parçalar ne zaman bitiyor o zaman?” gazları da olayın devamını getirdi. New York’a ve Williamsburg’a Tunde ve Tim Goldsworthy ile çalışmaya gittik ve de burada Bristol’de de biraz kayıt yaptık.



Tunde Adebimpe ile çalışmak …

Robert: Bence Tunde vokallerini yaparken kaç kere almak istediğini ve kaç tip vocal denemek istediğini biliyor. Başlarken katman üstüne katman inşaa ediyor ve başka bir katman istediğinde mikrofondan uzaklaşıyor ve daha sonra geldiğinde daha yumuşak birşeyler deniyor. Kafasında bir kolaj yaratıığını anlayabiliyorsunuz. Aranjmanla uğraşırken bunu göz önünde bulunuduruyoruz ve de “şunun yerini değiştirirsek olacak” diyoruz ve o vokallerini yaparken biz de kafamınzda tasarlıyoruz. O bunu yaparken etrafında olmak harika çünkü…yani bazı vokalistlerin bir sürü talimata ve rehberliğe ihtiyaçları olur. Tunde geldiğinde milyon tane fikri oluyor ve bunların ortaya çıkmasını dinlerken arkamıza yaslanmak harika.



Martina Topley-Bird ile çalışmak…

Robert: Tricky ve ben birlikte yaşarken, Trick’nin Martina’yla yaptığı ilk demoyu çalmıştı ve onun kasedi koyuşunu ve de benim kıskançlıktan çatlamamı, ve de onun Martina’yı Bristol’da hemen yanı başımızda bulmuş olmasına inanamamamı hatırlıyorum. Martina onunla harika bir albüm yaptı ve kendi başına bazı farklı kişilerle de işbirliği yaparak daha da harika müzik yapmaya devam etti. Uzun süredir konser ve festivallerde benzer yörüngelerdeyiz ve bizle de konserler verdi. Bu yüzden onunla sonunda stüdyoya girmemiz kaçınılmazdı. Tabii her zaman birşeyi çok istemekten, yürümeyeceği düşüncesinden kaynaklanan bir korku vardı ama sonucu çok hoş oldu.


Hope Sandoval ile çalışmak…

Grant: Ne yazık ki o elektroniğin gücüyle yapılan tek parçaydı. Başlangıçta Hope’un yapmasını istediğimiz bir kaç parça vardı. Ona gönderdik o da bize geri gönderdi. Yani bu şekilde karşılıklı göndermelerle yapılmış oldu. Maalesef onunla tanışamadık ama Amerika’da bir kaç konserde bize eşlik edeceğini umuyoruz. Hope’tan haberim olması o zamanlar birlikte çalıştığım The Robots adındaki elemanlar sayesinde oldu. Sanırım bir kaç sene öncesine kadar Hope’tan haberim olmamasından muhtemelen uyuyor olduğum sonucuna varabiliriz. İnanılmaz duygusal bir sesi var. Onun hakkında sadece harika olduğundan başka ne söylenebilir…

Farklı İsimler İle Çalışmak

Hope ile uzaktan çalışma süreci nasıldı?


Grant: O kadar basitti ki, inanılmazdı.Ne kadar karmaşık olabileceğini düşünürsek…gerçekten inanılmazdı. Parçayı geri aldığımızda, tam olarak istediğimiz gibiydi.


Horace Andy ile çalışmak…

Grant: Horace’ın geleneksel Reggae geçmişinden geliyor olması ve de fazlasıyla açık fikirli olması hepimizi şaşırttı. Onla çalışmamız komik çünkü düşününce Jamaika’ya geri döndüğünde onunla dalga geçmiş olmalılar. Çünkü Jamaika’da kimsenin bizim müziğimizi ya da Horace’ın bizimle ne yaptığını anladığını sanmıyorum!


Albüm sanatı çalışması…

Robert: Sanat çalışması başından- ortamda yerini alıp, bir depoya giren, graffiti yapan ve de eski moda broşürlerin çizimini yapan The Wild Bunch (çılgın grup) olduğumuzdan beri bizde olan bir şey. Yaptığımız şeyin eğlenceli bir kısmı bu. Hep bizimle olmuştur ve hatta sanırım Protection’dan sonra çizimlerden biraz sıkıldım ve daha fotografik çalışmak istedim ve de Tom Hingston and Nick Knight. Ile çalışma fırsatım oldu. Kendimizi Mezzaine üzerine olan görüntü kombinasyonlarının/kolajlarının içine attık. Ve daha sonra 100th Window, cam figürlerin üflenip tekrar bileşiklerin oluşturulmalarıyla bir sonraki aşamaya taşındı. Ve daha sonra tekrar Collected’ta, çok fotografik bir görüntü vardı.War Stories ile James Lavelle beni tekrar resim yapmaya döndürdü ve ben de War Stories kabını boyadım– Uzun süredir bir kabı bu kadar yoğun bir şekilde boyamamıştım, bu yüzden de ben de bir şok etkisi yarattı. Yetiştirmem gereken bir tarih de vardı ki bu da iyi birşey. Bu albüm için kendime bir bitirme tarihi belirledim ve bu da albüme mekan ve aitlik hissi kazandırdı. Bilirsiniz, tarihi açından anladığınız ve albümün ne hakkında olduğu, soundunun nasıl olduğu ve kimlerin buna dahil olduğuna dair size şimdi anlamlı gelen birşey. Her zaman başarılı olur mu bilmiyorum- benim favori formatım bütün resimleri bir araya getirdiği kitap. Bu oldukça heyecan verici bir çalışma. Bu sanki The Wire ya da Sopranos’un film ve dvd seti arasındaki fark gibi. Bir hikayeyi 90 dakikada anlatmak yerine uzunca bir sürece yayarak kitabı yayınlamak gibi. Kitap grubun çalışmalarını çok daha dolu bir biçimde anlatabiiliyor - eski CD kutusunun aksine. Dijital olarak websitesinin sanat çalışmalarını çok daha farklı şekillerde sunabildiğini düşünüyorum. Websitesi sayesinde herşeyi farklı ve hareketli şekilde bulundurabiliyorsunuz, eskiden tur tarihlerini koyduğunuz sıkıcı yerin aksine.Bu ilk defasında hemen hemen doğru yaptığımız devrim yaratıcı bir şey ve umarım başkaları da bizimle hemfikirdir.




Diğer ülkelerle bağlantılar?

Robert: Gezmiş olduğumuz, yaptğımız şeyi iletme ve aktarma şansımız olduğu ve de o deneyimi dünyada farklı yerler ve ülkelerle paylaşma şansımız olduğu için şanslıyız. Bazı belirli şehirlerle açıklanamaz ama harika ilişilerimiz var: Örneğin Lizbon, Paris, Glasgow, Dublin- bunlar gerçek bir bağlantı hissettiğimiz harika yerler. Ama bu turneye çıktığımız başka yerlerde kurduğumuz ilişkileri küçümsediğimiz anlamına gelmiyor. Sanırım son 10 yılın 6’sında turnedeydik ve bizim enerji aldığımız bir kaynak gibiydi. Bu tarz bir iletişim, gelecek için birşeyler yarattığının bilincinde olduğun stüdyo ortamından çok farklı. Eğer sahnedeysen, şimdi oluyor. Hatta albümün sound ve prodüksüyonu bakımından - daha önceden hazırlanmış birşeyin - aksine müziğin o anda dinlenirken yapılıyormuş hissini almaya çalıştık. Bence prodüksüyonda bunun bir kısmını yakalamayı neredeyse başardık. Bazı şarkılar o kadar ham ki, oluşturulurken dinliyormuşsunuz hissi yaratıyor.

Grant: Bence bu bazı kültürlerden yoksun kalma durumu- İngiltere’deyken o kadar çok farklı müzik türüne maruz kaldık ki, o açıdan biraz şımarık sayılırız. Bu genelde “bizi etkileyin” durumudur. Halbuki yurtdışına gidince müziğimizin uluslarası olarak Fransa, Almanya ya da diğer Avrup ülkelerinde İngiltere’dekinden daha iyi anlaşıldığını ve daha popüler olduğumuzu görünce çok şaşırıyoruz. Aslında yerel olarak etkilemeniz daha zor. Bunu oldukça garip buluyorum, ve bu medyada da bu şekilde. İngiliz medyası kendi sanatçılarını eleştirmeyi seviyor- sizin hakkınızda böyle hissetmekten de son derece memnunlar. Avrupa’ya gittiğinizde daha sıcak ve davetkarlar.



Kökler…


Robert: Tabii ki, bizi tanımlayan tarihimiz ve de içinde büyüdüğümüz dönemin Britanya’ya has çok kültürlülüğü. Benim İtalyan kökenlerim, G’nin Barbados kökenleri, Bristol’ün Afrika- Karayipler kökenleri, Bristol’ün Reggae tarihçesi, The Wild Bunch’ı oluşturanlar- ki bu aşırı önem taşır- bütün o Punk, Ska, Reggae ortamları, ve daha sonra da Hip Hop ortamı ve de insanların geçmiş ve geleceği birbirine bağlama şekilleri…İşte biz buyuz. Bunların geldiği Jamaika ve Barbados’a gidip geriye dönmek G’ nin İtalya’da özellikle Napoli’ye gitmesi ve benim atalarımın tarihini görmeyi sevmesi kadar harika. Bunların şimdi ortaya çıkma şekilleri oldukça ilginç ve de şehrin bana gore inanılmaz bir cazibesi var. O babamın kasabası ve orada yüklü bir aile tarihim var ve de yer olarak orada Vesuvius’un gölgesinde bulunmak, oranın tavır, tutku ve kaosu beni gerçekten büyülüyor. Gomorrah (http://en.wikipedia.org/wiki/Gomorrah_(film)) proje olarak ortak bir arkadaş aracılığıyla önerildiğinde doğal olarak fazlasıyla istekliydim ve de harika bir projeydi.

Grant: Birbirimizin geçmişlerini paylaşıyor ve kutluyor olmamız harika. İtalya’ya gitmeyi seviyorum ve elime geçen her fırsatta gidiyorum. D’nin beni aileye sokmasından itibaren bana ikinci evimmiş gibi geliyor.

Robert: Yemekler!

Grant: Ve yemekler! Aynı şekilde D de Batı Hint Adaları’na gelmeyi sevdiğini söylüyor. Yani her zaman harika bir kültürler birleşimi olmuştur..

Robert: Bazı kültürler bu zamanda bile kimliklerini korudukları için şanslılar. İtalya fazlasıyla İtalyan, Jamaika oldukça Jamaikalı ve de turnede Horace Andy ile yaşarken sürekli Jamaika’ya özgü şeylere maruz kaldık çünkü…

Grant:Her 3 dakikada bir telefonda Jamaika’yla konuşuyor!

Robert: Ve her zaman tuzlu balığını otobüse getirirdi ve bunun havalandırma sayesinde nasıl koku yaydığını tahmin edebilirsiniz- tadını yatağınızdan bile alabilirsiniz. Ama Horace harika bir karakter ve onunla çalışmak bizim için rüya gibi bir şey. Ve onunla beraber o kadar zaman geçirdik ki…sanırım neredeyse 20 yıl oldu, bu çılgınca. Onun etrafında olmak hayret uyandırıcı…sonunda anlıyorsunuz ki…

Grant: Ne dediğini anlıyorsunuz.!

Robert: Evet, sonunda ne söylediğini anlıyorsunuz!

Film Müzikleri

Film müzikleri için olan çalışmalarınız bu albümün yapımını etkiledi mi?


Robert: Eğer etkilediyse ilginç çünkü film müziklerine dahil olan süreçlerden hiçbirini albümde kullanmak istemedim. Geçen sene film üzerinde çalışırken biraz umutsuzluğa kapıldım sanırım çünkü nasıl başlarsanız başlayın gene birşeyler çıkıyor ve ben de bunu pek tatminkar bulmuyorum. Bence yönetmenlerin, prodüktörlerin ve de dağıtımcıların tahammül edemedikleri bir sessizlik korkusu var ve de her filmin konunun ilerlemesi, izleyicilerin karakterlerle bütünleşmesi ve de onlara gülme/ağlama izni verilmesi için aynı aracın kullanılması gerektiğini düşünüyorlar. Bir sure sonra gerçekten sıkıcı olmaya başlıyor. Ve de film üzerinde Pro Tools’da çalışırken çok fazla tonlar ve katmanlar oluşturma eğiliminde oluyorsunuz. Ve tekar bu albümde yalınlaştırmaya ve de keskin, çok keskin, Spartan tutmaya baktık. Çok fazla boşluk var ki, bu da bu albümdeki amaçlarımızdan biriydi. İronik olarak, Gomorrah film müziği tarihimdeki en mutlu, en sevdiğim anlardan biridir ve bu içinde müzik barındırmayan bir filmdir. Bu da süreç hakkında çok şey anlatmış oluyor. Matteo Garrone Bristol’a geldiğinde ve filmi izlediğimde şöyle
dedim: “Burada müziğe ihtiyacınız yok”- Çünkü o kadar yoğun ve güzel ki hemen kendinizi içinde hissediyorsunuz. Eğer filmle aranıza müzik koyarsanız, o anı yok edersiniz. Birkaç şey denedik ve işe yaramadı ve de sonunda filmin doğallığına uygun davranmaya karar verdik. Ses düzenlemesini halletmiş oldu.


Videolar değil filmler yapmak …





Robert: Endüstri değişti ve uzun bir cevap vermek gerekirse, geldiğimiz (müziği DJ perspektifiyle almak ve playlistesi oluşturmak.) yere bakarsan endüstrinin değişiminden memnunuz- şimdi insanlar müziği bu şekilde kabul ediyor ve paylaşıyorlar ve biz de bunu tamamiyle anlıyoruz. Herşey ilk dönemlerdekinden farklı sunuluyor- eskiden olduğu gibi £100,000’a mal olan videolar, MTV’ye çıkarmak zorunluluğu, şaşaalı açılışlar gibi aşamalardan geçmesi gerekmiyor. Arkadaştan arkadaşa paylaşım mantığını anlıyoruz. Şimdi filmleri birleştirip çok farklı şekillerde iletebilirsiniz. Geçen sene turneye çıkarken bile bütün şarkılarımızın- belki rafa kaldırdıklarımızın dahi,-muhtemelen Youtube’da videolarıyla dolaşacağının farkındaydık. Hatta bir anlamda insanlar kendi videolarını yaptıkları için bir pop videosu yapmak anlamsız gelebilir. Eğer futboldaki önemli anları yakalamak isterseniz, birisi zaten onları bir araya getirmiş, müzik ekleyip kendine gore sıralamıştır bile. Biz birlikte çalıştığımız yönetmenlere daha farklı bi alan sağlamak istiyoruz. Bu yüzden büyük bütçe yerine küçük bir bütçe verirsek ve de parçayı ayrıştırabilirsen, sana kökleri sağlarız ve de istediğini yapabilirsin..şimdi daha ilginç. Diğer olayı da yaptık ve gidişat hep bu yöndeydi ve de oraya gelmiş durumda, bir noktaya kadar. Böylece şu anda yaptğımız filmler yönetmenlerin - sıkı bir bütçe çerçevisinde ortaya çıkan- ilginç ve kendi halinde olan şahsi vizyonları ki; internet dışında asla görünmeyecek olmaları ihtimali var.


Splitting the Atom parçası için yapılan boğa güreşi filminden sözedin...

Robert: İlginçtir ki sanırım ikimiz de izlediğimizde izlemesini güç bulduk. Baillie Walsh’un boğa güreşini filme alma fikrini önermesi bizim için sorundu çünkü o tarz bir işkenceye veya zalimliğe karşıyız. Bu yüzden izlemek sıkı bir çalışma gibiydi ve keyif veren bir deneyim olmaktan çok uzaktaydı ama biz birden izleyen diğerlerinin kendini bulacağı noktadaydık ve şarkıdan uzaklaşarak herkesin vereceği duygusal tepkiyi vermiştik. Baillie Walsh ile geçmişte çalışmış olarak ve de düzenleme odasında hiç düzenlemesi olmayan Unfinished Sympathy’le uğraşmak oldukça garipti …ama olay şu ki bizim müziğimizi Baillie’nin filminde arka planda sunuyor olmak, film yapımının hem çok rahatsız edici hem de çok güzel bir yönüydü. Yani gerçekten takdir ettiğimiz karmaşık bir işti. Doğal olarak birisi boğa güreşi videosundan rahatsız olursa “biz de rahatsız olduk”deriz ki- bu videonun amacı da bu zaten. İzlemesi zor, kaldırması zor. Çok rahatsız edici ama bu gerçekten olan bir şey ve biz bunu görülesi hale getirmiyoruz ve duruma dikkat çekiyoruz.



Paradise Circus parçası için olan filmden bahsedin…



Robert: Evet, örneğin erotiklikle ilgili çalışma. Gene yönetmenin fazlasıyla cazip bir fikriydi ve bence muhteşem bir film oldu. Bunun şaşırtıcı tarafı senin aklında bıraktığı şey ve de aktristin bundan 30 yıldan fazla süre önce kameranın önünde olmak için herşeyi yapacağını açıklamış olması- kültürel açıdan- inanılmaz. Sonuçta bizi çevreleyen şey bu. Orada olmasının nedeni buydu ve ne kadar alçaltıcı olursa olsun yapacak olması benim için en can alıcı kısmıydı.
Tarihe baktığımızda, birlikte çalıştığımız insanlarla çalışmış olduğumuz için şanslıyız. Film sohbetlerimizi ve sinematik referanlarımızı paylaştığımıız Baillie Walsh’la çalışmalarımızı bunlar şekillendirdi. Bu sefer bütün yönetmenlerle herşey çok farklı çünkü müziğimizi tamamen onlara verip istediklerini yapmalarını söylüyoruz. Ve sanki bunlar müziğin promosyonu değildi bir filmin müzikleriymişçesine her türlü yaratıcı kontrolü bırakmaya ve herşeyin köklerini onlara bırakıp ayrıştırıp yeniden düzenelemelerine izin vermeye hazırız. Sonuçta bu şekilde çok daha ilginç. Filmlerde ele alınan konuların çoğu sadece müzikle ya da bizimle alakalı konular değil. Daha geniş bir alanda halledilmesi gereken konular ki bizim de yaptığımız bu- ortaya bunları koyup tartışmaya sunmak. Tıpkı insanların konserlerden sonra yanımıza geldiğinde ekran ve de görsellerin hakkında tartışmamız gibi. Konserden farklı şeyler alıyorlar ve de ekrandaki görüntülerdeki- ekonomik, sosyal ya da coğrafi konular gibi- farklı alanlarda konuşmak istiyorlar. Bu bir çok farkı tartışmaya yol açıyor ki bence bu harika. Sonuçta bence “hey konseriniz süperdi, albümünüz” harikaydı” gibi biraz banal olan tepkilerden daha iyi. Bence bizim olayımız da bu: farklı bir seviyede iletişim kurmamız.


Canlı çalmak…

Grant: Evet, hala harika bir heyecan var ve de bilirsiniz bunu yapmanın iyi hissettirdiği bir konumdayız. Stüdyoda bu kadar uzun zaman geçirdikten sonra kalabalıkla bir araya gelmek harika. Stüdyoda bulunmak yoğun bir dönemdi ve de oradan çıktıktan sonra benim ve D’nin biraz takılabilmesi iyi birşey.

Robert: Görsellerde – “sinematik” ya da “yolculuk” gibi klişeler kullanmadan başlangıçta insanların bizle ilgili algılarına meydan okuyup işleri biraz zorlaştırmaya çalıştık ve onları farklı bir yöne çekmeye çalıştık- bildiğimiz şeylerle devam etmenin aksine doğru gittik ve geriye doğru çalıştık. Bazen çok az grubun yaptığı şeyi yaptık- bir kaç hiti öne atıp aradan çıkarmak gibi. Ama işin bütünününde herşeyi daha ilgi çekici yapıp insanları çekmeye çalıştık.

Stefano Cucchi Olayı



Bize canlı yayındaki ekrandan ve de Stefano Cucchi olayından bahsedin?


Robert: Bu bir ekranın ilk defa direk olarak…Tarif etmesi zor..ilk defa herşeyin tam bir daire çizmesiydi. Tam bir bilgi döngüsüydü ki biz normalde bir yere gider, rastgele – biraz politik biraz eğlenceli- bilgi alır ve de ekranda bunların kolajını aktarırdık; her günlük haber, medya, hayat, bilgiyi resmetmek adına. Bütün şov görsel uyarıcılardan ve de herşeye anlam veren sözcükleri müziğin arasına sıkıştırmaktan ibarettir. Bu kez ise o bilgiler hapishanede son 10 yılda ölen birçok İtalyan erkeğinden biri olan Stefano Cucchi hakkındaydı.– Sanırım yılda 1500 genç adam intihar ediyor ya da polis gözetiminde ölüyor ki bu medeni bir ülke için korkunç bir istastistik.
Bu uzunca bir geçmişin en son olayıydı. Ekrana koyduk çünkü genellikle konsere tercüme etmeleri için öğrencilerden ve de başlıklar olarak da yerel ya da uluslararsı haberlerden yararlanır ve de en ilgi çekici olacak halde ekrana yerleştiririz. Bu bilgi ekrana yansıdığında La Republica gazetesi Stefano Cucchi için adalet olmalı ve biz gerçeği bilmeliyiz diyordu. Kalabalıktan biri bunu filme çekip YouTube’a aktarmış ve de gazette bunu online versiyonuna koymuş. Böylece ulusal haber ajansları tarafından alınmış. 2 ya da 3 günlük aktivitenin sonunda Adalet Bakanlığı basına davayı inceleyeceklerini söylemiş. Direk etkisi olup olmadığını kim bilir ama bu bilgi döngüsünün nasıl dolaştığı,nerden alınıp nereye geldiği hayret verici. Sanırım bu bizi…ekranda yaptığımızı geçerli kılmaz ama izleyicilerle o şeklilde iletişim kurmanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Yani, olay sadece konsere varıp “buraya son albümümüzü tanıtmaya geldik”’ ten ibaret değil- daha çok bilgi paylaşımı ve de o gün bulunduğunuz yerin paylaşımı.
Herkesin ulaşabildiği çok fazla bilgi var ama gene de barbarca ve adaletsiz olan bir olay karşısında kimsenin bir şey yapmaması söz konusu. Bilgi fazlasıyla ortada olduğu için bunun olamayacağını sanırsınız. Eskiden herşeyi,heryerde örtbas edebilirdiniz ve kimsenin haberi olmazdı. Ama şimdi heryerde CCTV kameralarının ve internetin olduğu bu dijital zamanda kimsenin birileri farketmeden birşeyler yapamayacağını varsayıyorsunuz. Ama şimdi de o kadar çok bilgi var ki ortasında durup kontrol etmek yerine bu transparanlığın öteki tarafına geçiyorsunuz.


Yardım Dernekleri ve politika …


Robert: Geçmişimiz boyunca, belki de seyahatlerimizden dolayı, meselelerine bizi de katan olaylar ve gruplarla karşılaştık. Sanırım özellikle de Irak’ın işgaline karşı yapılan protestoların bloke edilmesine harcanan eforun aslında büyük ölçekte pek de bir şey ifade etmediğini ve de gerçek anlamda kimseyle ve hiçbirşeyle gerçek anlamda bağlantı kuramadığımızı farkettikten sonra oldu. Hoping Foundation (http://www.hopingfoundation.org/) ya da geçen sene Reprieve (http://www.reprieve.org.uk/) gibi küçük örgütlerle çalıştığınızda ve de Clive Stafford-Smith gibi Guantanamo’da avukatsız yargılanan ve ölüm cezasına çarptırılan kişilerle ilgilenen biriyle çalıştığınızda, gerçek anlamda iletişim kurabildiğinizi ve de direk olarak durumun kalbine inebileceğinizi bilirsiniz.Ve de bir katkıda bulanabilirseniz, işte o zaman gerçektir. The Hoping Foundation da çok benzer birşey, İsrail’e ve İsrail’deki Filistin bölgelerine gidip ne kadar çılgınca bir yer olduğunu görüp, Filistinlilere davalarında yardımcı olma şansını yakalamamız çok önemliydi. Çünkü Filistin sorunu kendi bölgesinin dışında çok yanlış temsil ediliyor ya da hiç temsil edilmiyor.Filistin’de konser ayarlamaya çalıştık ama başarılı olamadık. Ama sonuç olarak Massive Attack müziğinin Filistinli çocuklar için bir şey ifade etmediğini…zaten hayatlarında ekonomik ve politik olarak izole edilmiş olmalarından kaynaklanan çok fazla olan bitenin olduğunu düşünebilirsiniz. Ama onların müzik yapmasına yardımıcı olmak ve de farklı mülteci kamplarına para kazandırarak toplumsal fayda sağlamak önemli. Önümüzdeki birkaç yol içinde çeşitli mülteci kamplarına bazı stüdyolar yapılmasına yardımcı olmaya çalışacağız ve de örgütün kendisine para kazandırmaya çalışacağız ki Filistinli çocuklar kendi müziklerini yapabilsinler. Ve de kendi müzik, sanat fikirlerimizi onlara empoze etmeye çalışmaktansa basitçe açıklamaya çalışıp onların durumlarına hitap etmeye çalışacağız ki, bence bu çok daha gerçek bir yöntem.





Bizce geçmişte harika şeyler yaptık: Portishead’le Tsunami için verdiğimiz yardım konseri ve de Afganistandaki Kızıl Haç için Gorillaz ile çalışmamız gibi. Ama nolduğunu bilmediğiniz hissine kapılıyorsunuz, sanki kayboluyormuş gibi. Uganda’da Gorilla Organization ve de Kongo ve Rwanda çalışacak kadar şanslıydım. Orada bir bekçi istasyonu yapımına para koyduğunuzda gerçekten birşeylerin olduğunu görüyorsunuz- yerde olan şeyle bağlantısı var. Ama bazen sonuçların ne olacağını bilmediğinizden tatminsiz hissedebiliyorsunuz.
Şubat’ta The Hoping Foundation Newport, Brighton, Londra ve Paris için 4 konserimiz var ve Paris’te JR ile iş birliği yapmayı umuyoruz. Umarım Filistinli gençler ile ilgili aydınlatabilir ve biraz para toplayabiliriz. Gazze’deki savaştan ya da geçen sene Gazze’nin bombalanmasından beri o bölgeye medyada çok az önem verilmiş durumda ve de yeniden kötüleşmiş durumda ve hala neler olduğunu bilmiyoruz. Obama yönetiminden zayıf bir etki geldiyse de, görebildiğim kadarıyla fazla bir şey gerçekleşmemiş. Böyle yüzden böyle küçük anlar bile birisinin hayatını etkileyebilir.



Sanatçı JR ile çalışmak nasıl? (http://jr-art.net/)

Robert: JR grafittiye olan ortak ilgimiz sayesinde tandığımız bir kişi. Massive Attack ve daha önce de Wild Bunch’ta bir graffiti santçısı olmak, o dünyanın bir parçası olmak ile ilgili. Sanat dünyasının o kısmı bizi hep büyülemiştir. JR birinci sınıf daha yeni bir sanatçı ve de gidip kendi ismini duvara boyamayan tanıdığım ilk sanatçı. Ve gerçekten başka insanların resimlerini yapıyor – yani “ben burdaydım” demek yerine düzlemdeki başka insanlarla ve de başka düzlemdekilerin diğer düzlemlere aktarılmalarıyla ilgili, ki bencillik genine odaklı bu dünyada inanılmaz bir şey bu. Onunla Paris’te çalışmak harikaydı; şanslıyız ki Fransızlarla ve Parislilerle gerçekten iyi bir bağlantımız var. Yani o bizim ve geçmişimizin farkındaydı. Fazlasıyla organik bir işbirliği oldu diyebilirsiniz.

Yorumlar

Taze haberler