Gelelim bu seneki festivale bizler festival başlamadan 4 gün önce buluştuğumuzdan festivalin en güzel havasını festival zamanina bırakan, öncesinde ve sonrasında yagmuru, rüzgarı ve hatta bir gün fırtınayı bize ayıran havaya maruz kaldık.
Festival biletleri iki tür: bir tanesi 4 günlük festival süresini kapsiyor ve bu esnada kamp yapabiliyorsunuz. Diger bilet türü ise çok az daha pahali (sanırım 10-20 Euro) size 7 günlük kamp sansi sunuyor. Ekstradan 3 günlük kamp festival öncesinde görünmesine rağmen esasında festival resmi tarihten 3 gün önce basliyor sayabilirsiniz. Çünkü festivalin her türlü olanakları hazır (Roskilde şehrinden tren ve otobüs seferleri, duşlar tuvaletler, çeşitli etkinlikler; tırmanış duvarı, street basketball, dance platform vs) ve Campstage denilen sadece bu üç gün boyunca kamp alanında kurulan sahnede daha az tanınmış gruplar sahne alıyor. Burda belirtmek gereken bir sey birden fazla kamp alanı var, bu kamplar, motokamplar festival alanının etrafında kurulmuş durumda ve bir uçtan bir uca yürümek 45 dakika bir saat alıyor, ben yapmadım ama söylenene göre tüm festival alanının etrafından yürüyerek dolaşmak 3 saatten fazla alıyormuş.
Konserlere gelicek olursak, Campstage'de çalan gruplara değinmiyorum güzel gruplardi, aklımda kalanlar The Blue Van, Satirnine ve Ske. Festivalin ilk gününe gelecek olursak o günün flaş grubu Metallica'ydı tabiki. Onlardan önce vakit müsait olduğundan Stone Sour'u izledik. Eski Slipknot'un solistini ve gitaristini barindiran (esasen Slipknot'u dağıtınca eski grupları Stone Sour'u canlandırmışlar). Stone Sour'u hatırlatmak için Örümcek Adam filminin sountrack'indeki Bother sarkilarini anımasatabiliriz. Açik söylemem gerekir ki Stone Sour benim için biraz hayal kırıklığı oldu. Şarkılarıi fena olmasa da sahne üzerindeki tavırları sadece ticari bir grup olduklari kanısı oluşmasına neden oldu bende. Sürekli şarkı aralarında albümümüzü kimler aldı, yarın gidip kimler alacak, biz sizi çok sevdik çok manyaksınız yarın albümümüzü alın ki bi daha konser vermeye gelelim gibi (bunlari abartısız söylediler) bence gereksiz ve itici tavırlarda bulundular. (Kıl olmuşum)
Bu arada ticari dedim gruba yine festivale dönmem gerekiyor, çünkü en az 75 bini biletli 100 binden fazla insanın katıldığı bu festivalin bu kadar büyük sayılara rağmen ticari olmamasi hoş. Düzenlenmiş standların dışında satıcıları, hele hele tel örgünün dışında (kamp alanlarında daha az stand var) herhangi bir ticari faaliyeti görmek mümkün değil. Bu arada festivalin tüm gelirleri her sene bir yerlere bağışlanıyor. Geçen sene Kara mayınlarına karşı faaliyet gösteren bir organizasyona bağışlanmıştı bu sene ise Filistin İsrail çatışmasında evlatlarını kaybeden aileler için toplandı. Festivalin ticari olmadığını söyledim ama bunun büyüklüğünü şöyle ifade edeyim. Festivalin düzenlenmesinde görev alan sadece 18 kisi maaşlı olarak bu işte çalışıyor (Bu kisiler de yıl boyunca festivalin planması ve gerçekleştirilmesiyle ilgili herşeyi yapıyorlar). Geri kalan festivalde görev alanların tümü gönüllü olarak görev alıyorlar. Yukarıda bilet rakamlarını verirken dikkati çeken fark, beleşçilerin sayısı değil gönüllü çalışanların sayısı. Tabii bu gönüllüler festival boyunca fulltime mesai yapmıyorlar. Güzel şekilde ayarlanmış durumda hemen hemen herkes istediğini izleyebiliyor. Bu nedenle belki çok fazla gibi gözükebilir gönüllü sayisi ama bu festivalin işleyişinin ve paylaşma ruhunun merkezinde bulunuyor.
Yine festivale dönecek olursak, saat 10'daki Metallica konserine dönmemiz gerekir. Hemen aynı saatlerde başlayan Dave Gahan (Depeche Mode'un solisti) konserine giden oldu mu bilmiyorum ama (şaka tabii) Orange Stage'in önünde heralde 70-80 bin kisi vardi. Lars Ulrich Danimarka'lı olduğundan ilginin öbeğinde hep o oluyor. Dev ekrandan yansıtılan görüntülerde sürekli Lars'ı izletiyorlar dersem yeridir. (Daha sonra arkadaşlarla aramızda geçen bir konuşmada şöyle bir fikirde karar kıldık, Lars için bir ekran ayrılmalıydı sadece onu gösteren. Diğer ekranlardan da grubun diğer elemanları böylece gösterilebilirdi) Ertesi gün yayınlanan festival gazetesinin manşetinde Metallica yıktı geçirdi yazarken altta foto'da sadece davulunu pataklayan Lars vardi yine. İzlandalı arkadaşlarla 230 bin kisilik bir ülkeden neden bu kadar çok müzisyen çıkabildiğini, Bjork'ün milli kahraman olduğunu konuşurken Danimarka için de Lars Ulrich'in öyle bir kahraman oldugunu şimdi ayırt edebiliyorum.
1999 İstanbul konserini izlemiş biri olarak Metallica'dan sahnede neler beklemek gerektiğini biliyordum. Gerçi çoğu İskandinavya ve civarindan toplanmis izleyicinin Türkiye'deki gibi sahnedeki grubu ateşleyemeyeceklerini bildiğimden beklentilerimi daha aza ayarlamıştım. Konser sonrasında söyleyebileceğim, İstanbul'da çok daha ateşli bir Metallica izlediğimdi. Bu konser de özellikle Hetfield'in tedavisi, Newsted'in gruptan ayrılması, grubun ayrılma eşiğine gelip toparlanmasından sonra beklenenden iyiydi bence. Sahnede yine enerjik bir Metallica vardı. Çoğunluğunu olmazsa olmazlardan olusan bir playlist hazırlamışlardı. St. Anger albümünden hemen göze çarpan iki şarkılarını çaldılar: Frantic ve St. Anger. Bu albüm sonralarda değeri bilinen albümlerden olacak mı bilmem ama özellikle Frantic daha fazla beğenilen bir konuma gelecek bence. Yeni albümün kayıtlarından sonra Metallica'ya katılan yeni basçi Rob Trujillo (Suicidal Tendencies ve Ozzy'nin eski basçısı - bu arada Jason Newsted Ozzy'nin basçısı olmuş galiba garip bir tesadüf değil mi ?) hepimizin merak konusuydu. Gerçi MTv'nin canlı yayınladığı Rock Om Ring'de izlemiştik kendisini ilk kez. Merak eden Avustralya'lı bir dostuma sahnede kurbağa gibi yürüyen bir basçı izleyeceğini söylemiştim. Böyle bir şeyin nasıl olduğunu ilk başta anlamayan dostum konserden sonra haklı olduğumu itiraf etti. İlk başlarda antipatik gelse de hareketleri, sanirim James'in etkisiyle o tür garip hareketleri sahnede pek az yapti. Adamın durumunun da zor olduğunu kabul etmek lazim. 20 senelik bir gruba sonradan gelip de fanlara kendisini kabul ettirmek zor. (Bakiniz Blaze Bayley). Bunlara rağmen konser sonrasında konuşyuğum pek çok kisi yeni basçı için fena kelimeler sarfetmedi.
Konser bana biraz And Justice For All ve Ride the Lightning ağırlıklı gibi geldi. 2 saat sahnede kalmalarına rağmen sanırım playlist İstanbul konserinden kisaydi (belki de aynıydı da, 3 kez bis mi yapmak zorunda kalmışlardı Istanbul'da ?) İlk albümden Seek and Destroy, ikinci'den For Whom the Bell tolls, Fight fire with fire, ardından Battery, Master of Puppets full olarak. Bir sonraki albümden To live Is To Die, konserin ortasında One. One çalarken muazzam ışık ve patlamalar. (Her ne kadar çok güzel olsa bu patlayıcı işleri geçen sene izlediğim Rammstein'i unutamıyorum. Ilk firsatta yine izlemem lazım dedirtecek kadar iyiydi. Sahneye yanarak çıkan bir mumya düşünün. Bu Rammstein'nın açılışı, sahnede kendilerini yaktıklarını, yanan ve ucundan alevler akan bir gitarla çalındığını düşünün, bir de ince hesaplamalar sonucunda izleyicilerin burunlarının ucunu adeta yalayan alevleri, neyse ...) Şimdi düşündüm de Black albümden de bir çok şarkı varmış. Sad But True, Nothing Else Matters, ayrıca bisde çaldıkları Enter Sandman. Tabii bunlar tüm çaldıkları şarkılar değil aklıma ilk gelenler. Konser sonrasında James'in kısa teşekküründen sonra Lars çıkıp Danimarka dilinde pek kısa sayılmayacak bir teşekkür etti. E tabii doğal biraz, sahneye 15 dakika uzaklıkta bir yerde doğup büyüseydiniz siz de o kadar konuşur teşekkür ederdiniz heralde.